GERÇEKLER 2

1 Nisan 2010 Perşembe

MADDENİN ARDINDAKİ SIR

BEYNİN İÇİNDEKİ MUHTEŞEM SIR
Beyin kabuğundaki birkaç santimetreküplük bir bölge, göz sinirlerimizden gelen uyarıların üzerinde toplandığı bir televizyon ekranı gibidir. Ve biz, daha doğrusu idrakımız, kapkaranlık kafatasının içinde, simsiyah beyin kabuğunun üzerine düşen renkleri, çeşitli ışık armonilerini, rengarenk bir kelebeği televizyon ekranından izler gibi izleriz. Tüm dünyamızı, bu beynimizdeki ekrandan görürüz.
Kimbilir, gördüklerimizin asılları dışarıda nasıldır? Örneğin beynimizdeki ekranda seyrettiğimiz, kırmızılı, sarılı, mavili kelebeğin aslı, acaba yine aynı renklere mi sahiptir? Yoksa, bizim beynimizdeki görüntüsü mü sadece böyledir? Bu soruların cevabını hiçbir zaman bilemeyiz. Beynin içinde bu görüntüleri izleyen ruhumuz hiçbir zaman beynimizin dışına çıkıp, bu görüntülerin asıllarını göremez. Dolayısıyla gördüklerinin asılları ile aynı olup olmadığını asla bilemez.
Bu o kadar büyük bir mucizedir ki, insanların birçoğu kavrayamamakta, bilenlerin çoğu ise anlamazlıktan gelmektedir. Allah insanlara doğdukları andan itibaren beyinlerinin içinde bir ekran izlettirmekte, her insanın ruhunu hayatı boyunca kafatası gibi küçücük, dar ve sıkışık bir yerde yaşatmaktadır. Ancak, izlettirilen görüntü o kadar muhteşem, o kadar detaylı ve o kadar aslının benzeridir ki, insanlar gerçekte nerede olduklarını dahi fark edememektedirler. Onlar, beyinlerindeki kopya görüntüleri izlerken ve kafataslarının içinde yaşarlarken, tekneyle denize açıldıklarını, uçakla göğe çıktıklarını, kilometrelerce yol katettiklerini zannetmektedirler. Hatta bu gerçek kendilerine defalarca anlatıldığı halde, gerçekte kafataslarının içinde yaşadıklarına bir türlü kanaat getirememektedirler. İşte bu, bir insanın dünyada karşılaşabileceği en büyük mucizelerden biridir. Bu mucizeyi derinlemesine düşünmenin, size yepyeni ufuklar açtığını göreceksiniz.

MAL HIRSINA KAPILAN İNSANLARIN EN BÜYÜK KORKULARI...
Çevrenizdeki mal hırsına kapılmış insanların en çok nelere değer verdiklerini bir düşünün: iyi bir ev, lüks eşyalar, gösterişli mücevherler, son model bir araba, bankalarda yüksek miktarda para, yat... İşte bu nedenle de bu insanların en çok korktukları şey sahip oldukları tüm bu maddeleri beyinlerindeki bir ekrandan izledikleri ve asıllarıyla asla karşılaşamayacakları gerçeğidir.
Oysa bu, 21. yüzyılda her insanın anlayabileceği şekilde açıklanmış, çok büyük bir bilimsel hakikattir. İnsanlar beyinlerinde oluşan bir kopya dünya içinde yaşarlar. Dışarıdaki dünya ile muhatap olmaları mümkün değildir. Çünkü sesi, ışığı ve kokuyu hiçbir şekilde geçirmeyen kafataslarının içine girebilen sadece bu maddelerden gelen elektriksel bilgilerdir.
Resimdeki gibi para verip, arkada görülen muhteşem villayı satın alan insanın içinde bulunduğu durum da böyledir. Kendini bir villa satın alıyor ve para sayıyor zannederken, aslında beyninde oluşan bir görüntüyü satın almakta, karşısındaki kişiye de paranın kendisini değil, görüntüsünü vermektedir. Parayı alan kişi de gerçekte bir görüntü almaktadır. Yani ortada sadece bir görüntü alışverişi vardır.

DÜNYANIN EN ZENGİN İNSANI, ASLINDA DÜNYANIN EN FAZLA MÜLKÜNE DEĞİL, SADECE BU MÜLKÜN BEYNİNDE OLUŞAN GÖRÜNTÜSÜNE SAHİPTİR
Size ait olduğunu sandığınız eşyaların gerçeklerine aslında hiçbir zaman sahip olamayacağınızı hiç düşünmüş müydünüz? Bu, lise biyoloji ve fizyoloji kitaplarında dahi okutulan, herkesin bildiği bilimsel bir gerçektir.
Bir arabanız olduğunu düşünelim. İçine binerek direksiyonunu tuttuğunuz, gaz pedalına basarak istediğiniz gibi hız yaptığınız bu arabayı, aslında beyninizin içindeki bir ekranda izlersiniz. Önünüzdeki direksiyondan, hız göstergelerinden, dikiz aynalarından ve arabaya ait tüm parçalardan çıkan ışınlar gözünüzde elektrik sinyallerine çevrilir ve sinirler aracılığıyla beynin görme merkezine ulaştırılır. Böylece beyninizde, aslının aynısı olan bir araba görüntüsü meydana gelir. Ancak dikkat edin! SİZ ASLININ AYNISI OLAN, AMA ASLI OLMAYAN BİR GÖRÜNTÜ GÖRÜRSÜNÜZ.
İsteseniz de hayatınız boyunca bu arabanın gerçeğini göremezsiniz. Çünkü siz ne yaparsanız yapın, arabanın görüntüsü hep beyninizin içindeki görme merkezinde oluşacaktır. Ne kadar isteseniz de görme merkezinde oluşan görüntünün dışında tek bir nokta dahi görme gücüne sahip değilsiniz. Bu nedenle aslında sahip olduğunuz, bu arabanın kendisi değil, bir kopyasıdır.
Aynı şekilde gardrobunuzdaki elbiseleriniz, içinde yaşadığınız eviniz, mobilyalarınız ve size ait olduğunu düşündüğünüz tüm servetinizin sadece beyninizde oluşan kopyalarına sahip olabilirsiniz. Dolayısıyla dünyanın en zengin insanı, aslında dünyanın en büyük mülküne değil, sadece bu mülkün beyninde meydana gelen kopyasına sahiptir.

BEYİNDE BİR GÖRÜNTÜ OLAN FABRİKA, YAT VE ARSALARIN, KENDİLERİNİ BOŞA ÜZEN SAHİPLERİ
Birçok insanın hayatta en çok değer verdiği şey evleri, fabrikaları, yatları, arsaları, mücevherleri, bankadaki hesapları, antikaları, kısaca maddi varlığıdır. Tüm hayatlarını bunları elde etmek için geçirir, gece-gündüz demeden çalışırlar. En büyük korkuları ise bir gün yıllarını vererek elde ettikleri bu mallarını kaybetmektir. Ancak bu insanlar sahip oldukları mal ve mülkün gerçek mahiyeti hakkında hiç düşünmeyerek, çok büyük bir yanılgıya düşmüşlerdir.
Çünkü "EVİM, FABRİKAM, YATIM, MÜCEVHERİM!" diye sahiplendikleri ve endişe içinde muhafaza ettikleri bu mallarının asıllarıyla asla karşılaşamazlar. Asla gerçek evlerinin içinde oturamaz, asla gerçek yatlarıyla gezemez, asla gerçek mücevherlerini takamazlar. Onlar sadece bu eşyalardan beyinlerine ulaşan elektrik sinyallerini, beyinlerindeki ekrandan izlerler. Bu izledikleri de gerçek mal ve mülklerinin birebir benzeyen kopyalarından başka birşey değildir.
İşte bu büyük gerçek insanların tüm hırslarını, endişelerini bir anda anlamsızlaştırmakta, beyinlerindeki ekranda izledikleriyle övünenler, gösteriş yapanlar gerçekler karşısında çok küçük düşmektedirler. Ancak tüm ömürlerini, bu dünyada kazanç sağlamak için çalışarak tüketenler, ahireti unutup, yalnızca dünya hayatına yönelenler ölüm gerçeğiyle karşılaştıklarında çok geç olacaktır. Rabbimiz bu gerçeği "Keşke o ölüm kesip bitirseydi, malım bana hiçbir yarar sağlayamadı, güç ve kudretim yok olup gitti" (Hakka Suresi, 27-29) ayetiyle bizlere bildirir.

İNSANLIK ARTIK BÜYÜK GERÇEĞİ ANLIYOR
Boğazda oturup, deniz manzarasını seyrettiğinizde, bu çok zevk aldığınız görüntü, gerçekte beyninizde oluşur. Yani siz, dışarıdaki gerçek denizi görmez, beyninizde oluşan kopyasını seyredersiniz. Göz sinirleri bir elektrik kablosu gibi, dışarıdan gözünüze gelen ışığı, elektrik sinyali olarak beyninizdeki görme merkezine taşır. Deniz manzarası ise, küçücük bir nokta olan bu görme merkezinizde oluşur. Oysa görme merkezinizde tek bir ışık, tek bir renk veya kıpırtı bile yoktur, çünkü kafatasınız ışığı içeri geçirmez. Buna rağmen bu küçücük ve kapkaranlık bölgede, son derece detaylı, alabildiğine renkli, hiçbir elektronik cihazın ürettiği ile kıyaslanmayacak kadar net ve üç boyutlu bir dış dünya seyredersiniz.
Denizin ve gökyüzünün mavi rengi, bulutların beyaz görünümü, uzaktaki binaların ahşap rengi, elektrik sinyallerinin sizin beyninizde meydana getirdiği renklerdir. Siz, denizin, bulutların, gökyüzünün, binaların gerçek renklerini hiçbir zaman öğrenemezsiniz. Çünkü hiçbir zaman bunların asıl görüntüleri ile muhatap olmazsınız. Ancak beyninizin içindeki öylesine kusursuz bir görüntüdür ki, neredeyse gerçeği ile aynıdır. Bu yüzden siz doğduğunuz andan itibaren gördüklerinizin, dışarıdaki gerçek görüntüler olduğunu zannederek yanılırsınız. Oysa gerçek, sizin sürekli olarak beyninizde oluşan görüntüyü seyrediyor olmanızdır.
Bu durumda, denizin gerçek renginin mavi olduğundan emin olabilir misiniz? Veya her insanın tıpkı sizin gibi bulutları beyaz, binaları ahşap rengi gördüğü kesin midir? İşte bunu asla bilemezsiniz ve hiçbir zaman da öğrenemezsiniz. Çünkü hiçbir zaman beyninizdeki mekandan çıkıp, dış dünyadaki gerçek gökyüzünü, denizi, binaları, bulutları göremezsiniz.
Bu, hayatınızdaki en önemli gerçeklerdendir ve yüzyıllardır büyük bir itina ile insanlardan gizlenmek istenmiştir. 20. ve 21. yüzyılda meydana gelen bilimsel gelişmeler, bu gerçeğin çok açık olarak anlaşılmasına ve insanlığa kolaylıkla duyurulmasına vesile olmuştur. Bu hakikati görmezden gelmeyin ve mutlaka üzerinde düşünün.

EV Mİ SİZİN İÇİNİZDE, YOKSA SİZ Mİ EVİN İÇİNDESİNİZ?
Evinin bir odasında oturup, televizyon izleyen ya da yemek yiyip, ailesiyle sohbet eden bir insan, kendisi farkında olmasa da, aslında çok büyük bir mucize ile içiçedir. Bu büyük mucize, bir evin içinde oturan her kişinin gördüğü dört duvardan ibaret olan görüntünün, aslında o kişinin beyninin içinde olduğu gerçeğidir.
Peki o halde ev mi sizin içinizdedir, yoksa siz mi evin içindesiniz?
İnsanların büyük bir çoğunluğu bu büyük gerçeği bilmez; kendilerini bir evin içinde oturuyor, o evin içinde televizyon izliyor ve sohbet ediyor zanneder. Bu gerçeği anlayan kişiler ise korktukları için bu büyük mucizeyi anlamazlıktan gelirler. Oysa anlamazlıktan geldikleri bu büyük gerçek, inkar edilmesi mümkün olmayan, bilimin de ortaya koyduğu kesin bir konudur. Evi oluşturan dört duvardan, duvardaki tablodan, televizyondan, yerdeki halıdan, renkli döşemeli koltuklardan ve tavandaki avizeden göze ulaşan uyarılar göz hücreleri tarafından elektrik akımına çevrilirler. Bu akımlar daha sonra beynin görme merkezine iletilir ve insan, içinde oturduğunu sandığı ev görüntüsünü gerçekte beyninin arkasındaki küçücük bir bölgede izler.
Burada insanın aklına çok önemli bir soru daha gelmelidir: Işığın içeri giremediği simsiyah kafatasının içindeki bu renkli ve canlı görüntüleri, göze, göz merceğine, retinaya, irise ihtiyacı olmadan gören kimdir?
Sorunun cevabı, "insanın ruhu"dur.
İnsanın kendisini bir odanın içinde zannetmesinin nedeni ise beyninde izlediği görüntülerin çok net ve gerçeğiyle ayırt edilemeyecek kadar aynı olmasıdır. Bu da başlıbaşına bir mucizedir.

BİR STADYUM DOLUSU İNSANIN HER BİRİ AYRI BİR MAÇI İZLER
Bir futbol maçı izlemek için stadyumdan içeri giren kişi, içeride bulunan binlerce kişi ile aynı maçı izleyeceğini zannederken, gerçekte çok büyük bir yanılgıya düşmektedir.
Çünkü stadyumdaki her kişinin beyninde ayrı bir saha, ayrı futbolcular, ayrı izleyiciler, kısaca ayrı bir görüntü oluşur. Ancak herkes tek bir stadyumun, tek bir maçın olduğunu ve binlerce kişinin aynı maçı izlediğini zanneder. Hatta evlerindeki televizyonlardan bu maçı izleyen kişilerin de ekrandaki aynı maçı izlediğini zannederler.
Oysa her bir kişinin beyninde gerçeğinden ayırt edilmeyecek derecede aynı olan, izleyici sayısı kadar kopya yaratılır. Ne stadyumda oturanlar dışarıdaki görüntüyü, ne de evlerindeki televizyonun karşısında oturanlar ekrandaki gerçek görüntüyü göremezler. Çünkü hiçbir insanın beyninin içindeki ekrandan çıkıp, dışarıdaki görüntünün aslıyla muhatap olması mümkün değildir. Bu insanların tek görebildikleri şey beyinlerine ulaşan bilgilerin beyinlerindeki ekrandan yorumlanmasıdır. Gören ruhtur. Hem ruhu, hem aslına birebir benzeyen görüntüleri, üstelik her bir insan için ayrı ayrı yaratan ise göklerin ve yerlerin Rabbi olan Allah'tır.

BEYNİNİZDEKİ DERİN SESSİZLİĞİN İÇİNDE YÜKSEK SESLİ BİR KONSERİ DİNLEYEN KİMDİR?
Dış kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir, orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri sinirler aracılığı ile beyne gönderir. Duyma işlemi beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir. Peki beyinde sesi duyan kimdir?
Duyma merkezi sese tamamen kapalıdır. Yani dışarıdan ne kadar çok ses gelirse gelsin, dışarısı ne kadar gürültülü olursa olsun beynin içi daima sessizdir. Beyne ulaşan ses değil, sinir uyarılarıdır. Fakat bu derin sesssizliğin içinde en beğendiğiniz müzikleri, bir stadyuma yerleştirilmiş devasa kolonlardan yayılan en ünlü grupların konserlerini dinlersiniz.

Hiç düşündünüz mü, sessiz beynin içinde, KULAĞA İHTİYAÇ DUYMADAN TÜM BİR STADYUMU DOLDURACAK KADAR YÜKSEK OLAN SESİ DİNLEYEN KİMDİR?
Şuursuz et, kemik ve sinirlerden bir şuur, anlayış ve takdir edebilme yeteneği beklenemez. Ruhunuza "duyma ve görme yeteneğini" veren, sizi kusursuz şekilde yaratan Allah'tır. Bu, üzerinde düşünülmesi gereken ÇOK ÖNEMLİ ve MUHTEŞEM bir gerçektir.
Üstelik bu şuur hiçbir zaman bir konserin aslını dinleyemez. Hiçbir zaman ünlü bir şarkıcının sesinin aslını işitemez. Onun işittikleri, asılların birer kopyasıdır. Ancak bu, o kadar gerçekçi, ASLIYLA TAMAMEN BENZER VE ÜSTÜN KALİTELİ BİR KOPYADIR ki, insan bunu hiçbir zaman ayırt edemez. Hayatı boyunca hep asıllarını işittiğini zanneder. İnsanların büyük bir çoğunluğunun fark edemeyeceği kadar gerçekçi yaratılan bu sesler, Allah'ın yaratışının bir başka mucizesidir.

GÖKYÜZÜNE ATILAN HAVAİ FİŞEKLERİ ASLINDA BEYNİNİZİN İÇİNDE İZLERSİNİZ
Havai fişek gösterisi izleyen insanların çoğu, havai fişeklerin aslını gördüklerini sanırlar. Oysa, hiçbir zaman asıllarını göremezler, gördükleri kafataslarının içinde oluşan havai fişek gösterisidir. Çünkü, havai fişeklerin patlaması ile oluşan ışıklar insanın gözüne ulaşır ve göz hücreleri tarafından elektrik akımına çevrilirler. Bu elektrik akımları görme merkezine iletilir ve biz havai fişek görüntüsünü kafatasımızın arkasındaki bu yerde seyrederiz. Bu noktada bir kaç olağanüstü soru akla gelir:
1. Kafatasımızın içinde, elektrik uyarılarını havai fişek gösterisi olarak izleyen kimdir?
2. Kafatasımızın içi kapkaranlık, ıpıssızdır. Öyle ise bu zifiri karanlığın içinde, rengarenk, ışıl ışıl havai fişek gösterisini göze ihtiyacı olmadan izleyen kimdir?
Karanlık kafatasımızın içinde, rengarenk, ışıl ışıl, parlak, derinliği olan ve son derece net görüntüleri gören, gördüklerinden zevk alan, heyecan duyan ve bu nedenle kendisini yaratan Allah'a şükreden, insanın ruhudur.
İnsanın beyninde izlediği görüntüler o kadar net ve gerçeği ile aynıdır ki, insanların büyük bir çoğunluğu gördüklerinin gerçek gösteri olduğunu zannederler ve bu mucizeyi fark edemezler. BU DA APAYRI BİR MUCİZEDİR; ÇÜNKÜ ALLAH ŞU ANDA MİLYARLARCA İNSAN RUHU İÇİN MİLYARLARCA GÖRÜNTÜYÜ AYNI ANDA YARATMAKTA, VE ONLAR ASILLARINI GÖRDÜKLERİNİ ZANNEDEREK ALDANMAKTADIRLAR.
Bu büyük mucizenin üzerinden bir kere okuyup geçmeyin. Üzerinde derin derin düşünün. Bu önemli gerçek size Allah'ın yaratışındaki mucizeleri görmeniz için önemli bir kapı açacaktır.

KARANLIK BEYNİMİZİN İÇİNDE RENKLİ BİR DÜNYAYI SEYREDİYOR OLMAMIZ, RUHUN VARLIĞININ DELİLİDİR
İnsan gözü üstün teknolojiye sahip televizyonlardan çok daha kusursuz çalışır. Televizyonu oluşturan, özel sistemlere sahip modern laboratuvarlarda üretilmiş, birbirinden farklı özellikte yüzlerce parçadır. Gözü oluşturan ise hücrelerdir ve temel maddeleri protein ve yağlardır. Ama herşeye rağmen üstün teknolojiye sahip televizyonun oluşturduğu görüntü, gözün oluşturduğu görüntü ile kıyaslandığında çok eksik ve yetersiz kalmaktadır.
Bu nedenle tasarım uzmanları ve mühendisler yıllardan beri gözün sağladığı netlikte bir görüntü kalitesini televizyonlarda elde etmek için uğraşmaktadırlar. Ne var ki dev fabrikalarda ve gelişmiş laboratuvarlarda yürütülen araştırmalarla elde edilen netlik, gözdeki netliği yakalayamamaktadır.
Örneğin televizyondaki görüntü iki boyutlu ve sadece belli renk aralıklarındadır. Gözü oluşturan hücrelerse bize 3 boyutlu, net, rengarenk, GERÇEĞİNE AYIRT EDİLEMEYECEK DERECEDE BENZER bir görüntü sunarlar.
Gözdeki kusursuz tasarımın yanısıra üzerinde durulması gereken çok büyük bir konu daha vardır. Gözdeki hücrelerin görevi kendilerine gelen uyarıları elektrik sinyaline dönüştürerek beyne göndermektir. Beyinde ise bu elektrik sinyalleri ışıklı, renkli ve derinliği olan bir görüntü olarak seyredilir. Ancak unutmamak gerekir ki beynin içi kapkaranlıktır çünkü beyin ışığı içeri geçirmez. Yani beynin içinde aslında bir görüntü de oluşmaz. Dış dünya ile ilgili herşey beynimizin içindeki zifiri karanlığa ulaşan elektrik uyarılarından ibarettir.
Bu karanlığın içinde GÖZE İHTİYAÇ DUYMADAN dış dünyayı gören, elektrik uyarılarını dışarıdaki masa, ağaç, gökyüzü, ev, canlı ve cansız varlıklar olarak gören bir şuur vardır. Bu şuur Allah'ın insanlara verdiği ruhtur.
Televizyon, özel üretilmiş yüzlerce parçadan oluşur, göz ise protein ve yağlardan. Buna rağmen televizyonda oluşan bu manzaranın görüntüsü iki boyutlu ve kısıtlı renklerde meydana gelir.
Bu, gerçeğine, ayırt edilemeyecek derecede benzeyen görüntü kapkaranlık beyninizin içine ulaşan elektrik sinyallerinden ibarettir.

MATERYALİSTLERİN GİZLEDİĞİ OLAĞANÜSTÜ GERÇEK, 21. YÜZYILDA ORTAYA ÇIKTI
Alışveriş yapmak için marketten içeri giren bir insan �endisi farkında olmasa bile- gerçekte çok büyük zorluklarla karşı karşıyadır.
Çünkü beynindeki ekrandan izlediği bir görüntü içinde hızla ilerlemesi gerekecektir.
Bu arada beynindeki ekrandan izlediği insanlar yanından hızla geçerken, onlara çarpmaması gerekecektir.
Aynı zamanda beynindeki ekranda gördüğü raflardan, asılları ile asla karşılaşamayacağı yiyeceklerden seçmesi gerekecektir.
Bunun nedeni insanın dış dünyaya ait olan her türlü ayrıntıyı sadece ve sadece beynindeki bir ekrandan seyretmesi, bu ekrandan dışarı asla çıkamamasıdır. Her insan hayatı boyunca sadece beynine ulaşan kopya görüntüleri görür, asla bu görüntülerin gerçeklerine ulaşamaz.
Peki insanın bütün hayatını beyninin içindeki bir ekrandan izlerken yürümesinin, koşmasının, alışveriş yapmasının ne kadar zor olduğunu hiç düşündünüz mü?
Ancak Allah üstün bir ilme sahip yaratışı ile insana bu zorluğu hiç hissettirmemektedir. Hatta insanların büyük bir çoğunluğu, dünyayı beyinlerindeki bir ekranda izlediklerinin dahi farkında değildirler.
Belki bu mucizevi durum üzerinde şu ana kadar hiç düşünmemiş olabilirsiniz. Çünkü materyalist bilim adamları bu gerçeği bugüne kadar tüm insanlardan gizlediler. Ancak 21. yüzyılda asırlardır gizlenen bu mucizevi gerçek, bilim tarafından ortaya çıkarıldı.

EKŞİ OLAN LİMON DEĞİL, BEYNİMİZDE ALGILADIĞIMIZ KOPYASIDIR
Limon yediğimizde ekşi tadı hissederiz. Ancak bu tadı hisseden dilimiz değil beynimizdir. Beynimiz, dilimizden başlayarak kendisine ulaşan uyarıları ekşi bir tad olarak algılar.
Ancak beynimiz hiçbir zaman bu hissettiklerinin aslıyla muhatap değildir. Çünkü aldığımız tadlar, kokular, gördüğümüz görüntüler sadece beynimize ulaşan elektrik akımlarından ibarettir. Beynimize limonun kendisi değil, sadece aslının bir kopyası ulaşır.
Bu durumda, limonun aslıyla hiçbir zaman muhatap olamıyorsak, nasıl bu ekşi tadı hissederiz?
Dilimize bir elektrodla gerekli şiddette elektrik akımı versek yine limon yediğimizi zannederiz. Oysa ortada ne limon ne de tad vardır. Bu ekşi tadı hissetmemizin sebebi limonla muhatap olmamız değil, beynimizin kendisine ulaşan elektrik akımını yorumlayışıdır.
İnsanların büyük bir çoğunluğu nesnelerin aslını görüp hissettiğine inanır ve buna göre yaşadığını düşünür. Fakat, gerçekte bu dış dünyanın aslıyla muhatap değildir. Bu durumda şunları düşünelim:
Beynimizde kopyasını gördüğümüz nesnelerin dışarıda aslı var diyoruz ama ya dışarıda asılları yoksa? Çünkü, hiçbir zaman bunu deneme ve görme imkanımız yok. O zaman dışarıda asıllarının olduğu ihtimali şüpheli değil mi? En azından her iki ihtimal de % 50-% 50. Öyle ise nesnelerin asıllarının olduğundan nasıl emin olabiliriz?
İşte bu, insanlık tarihinin en büyük sırlarından biridir.

BEYİNDEKİ KOPYA HAYATIN ANLAMAZLIKTAN GELİNMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR
Yemek için elinize aldığınız bir şeftalinin önce yuvarlak şeklini görür ve parlak rengini fark edersiniz. Daha sonra tüylü dokusunu, şeftaliye has keskin ve hoş kokusunu hisseder, bundan zevk alırsınız. Bir şeftali dilimini tattığınızda ise tadını, yumuşaklığını, kokusunu hissedersiniz. Ancak gerçekte elinizdeki şeftali aslının bir kopyasından başka birşey değildir. Sizin şeftalinin aslını görmeniz, koklamanız veya tadını almanız ise mümkün değildir. Bu, insanların anlamazlıktan geldiği olağanüstü bir mucizedir.
Şeftaliyi yediğimiz zaman aldığınız tat, dil üzerindeki tat algılayıcılarının beyne ulaştırdıkları elektrik sinyallerinin hissedilmesidir. Bu durumda dikkat edilmesi gereken şey, dilin hiçbir zaman gerçek algılayıcı olmadığıdır. Siz şeftalinin aslından gelen tadı ağzınızda hissettiğinizi düşünürsünüz. Ama aslında bu tamamen bir yanılgıdır. Şeftalinin lezzeti ve görüntüsüne dair tüm bilgiler beynin tat alma merkezinde oluşmaktadır. Beyne ise şeftalinin şekeri veya lezzeti değil, sadece elektrik sinyallerinden oluşan bilgiler iletilmektedir. Beyinde tadı algılayabilecek bir dil yoktur. Dili, dili oluşturan kası, alıcıları olmaksızın meyvenin lezzetini hisseden ve bundan zevk alan insanın RUHU'dur.
Ruhun algıladığı bütün hisler gerçeği ile ayırt edilemeyecek derecede kusursuzdur. Bu yüzden insanlar bu gerçeği bir türlü fark edemezler.
İnsanların bu apaçık gerçeği hiç düşünmeden yaşamaları ve bu gerçeği kavrayamamaları da ayrı bir mucizedir.

İNSAN ANCAK BEYNİNDEKİ YEMEKLERİ YİYEBİLİR
Çok çeşitli yemeklerin bulunduğu bir ziyafet sofrasında oturan bir kişi, sofrada gördüğü yemekleri yediğini zanneder. İşte bu insan, her insanın düştüğü çok büyük bir yanılgıya kapılmıştır. Çünkü bu kişi gerçekte dışarıdaki yemek sofrasındaki asıl yemekleri değil, beyninde görüntüsü oluşan sofradaki yemeklerin kopyalarını yer. Tadı alan beynidir, dili ya da damağı değil. Kırmızı elmaların, yeşil sebzelerin rengini gören beynidir, gözü değil. Yine birbirinden lezzetli yiyeceklerin kokusunu duyan beynidir, burnu değil... Herşey kafatasının içindeki küçücük bir bölgede gerçekleşir. Bu kişinin gerçek yemek masasında oturması, gerçek yemeklere dokunması, gerçek yemeklerin kokusunu alması ve gerçek yemekleri yemesi mümkün değildir. O sadece asıl yemeklerin kopyalarıyla muhatap olur.
Bu kişinin bu önemli hataya düşmesinin nedeni ise dışarıdaki yemek sofrası ile beyninde kopyası oluşturulan yemek sofrasının, birbirinin birebir aynısı olmasıdır. Bu nedenle de gerçeği ile kopyasını birbirinden ayırt edemez. Gördüğü herşeyin aslına ulaşabildiğini düşünür, ama bu sırada beyninin içinden dışarı asla çıkamaz.
İşte bu, insanın derin düşünerek ulaşabileceği olağanüstü bir gerçektir. Bu mucize, aslında lise biyoloji kitaplarında bile anlatılmakta, ama insanlar önyargıları nedeniyle bu gerçeği kavrayamamakta veya anlamazlıktan gelmektedir.

ŞİMDİYE KADAR HİÇ KİMSE BİR GÜLÜN ASLINI GÖRMEDİ, HEP KOPYASINI SEYRETTİ
Biz etrafımıza baktığımızda herşeyi beynimizin içinde görürüz. Gözlerimiz ve göz sinirlerimiz, aynı televizyona görüntüyü taşıyan kablolar gibi, bir nesneye ait sinyalleri beynimize taşırlar. Bu sinyaller ise, beynimizde, bir televizyon ekranında olduğu gibi, renkli, üç boyutlu, aydınlık bir görüntüye dönüşürler. Ve biz, hiçbir zaman nesnelerin aslını göremeyiz. Örneğin gördüğümüz, kıpkırmızı bir gülün beynimizde oluşan kopyasıdır. Gülün aslının rengi nasıl hiçbir zaman bilemeyiz. Veya "yanımızdaki arkadaşımız da gülü bizim gördüğümüz renkte mi görüyor?", "onun kırmızı dediği bizim kırmızı dediğimiz renkle aynı mıdır?", hiçbir zaman bunu test edemeyiz. Çünkü aynı bahçedeki, aynı güle bakan 100 insanın her birinin beyninde ayrı ayrı 100 gül görüntüsü oluşur. Ve hiçbiri, hiçbir zaman gülün aslını görmez, beyninde oluşan kopyasını görür.
Bu açık gerçeğe rağmen insanlar hep nesnelerin gerçeklerine dokunduklarını, asıllarını kokladıklarını zannederler. İnsanların gördükleri kopyaları hayatları boyunca maddenin aslı sanmaları ise Allah'ın yarattığı ayrı bir mucizedir. Bu önemli gerçeğin farkına vararak Allah'ın yarattığı mucizeleri görmeye başlamak hayata bakış açınızı değiştirecektir.

DÜNYA TARİHİNDEKİ HER OLAY ŞU ANDA GERÇEKLEŞMEKTEDİR!
Allah katında her olay tek bir anda meydana gelir. Allah için geçmiş, şu an ve gelecek sadece tek bir anda olmuş ve bitmiştir. Geçmiş ve gelecek, Allah'ın insanlar için yarattığı kavramlardır.

Hz. Musa'nın Kızıldeniz'i geçişinin resmedildiği günümüzdeki bu an ile, olayların yaşandığı an Allah katında birdir.
Bunu anlamak için şöyle bir örnek verelim:Bir şehrin kuşbakışı resmini düşünün. Bu resimde işaretlenen adamın, şehrin diğer ucuna gidebilmesi için bir mesafe katetmesi ve belli bir zaman geçmesi gerekmektedir. Ancak o sırada bu resme kuşbakışı bakan bir insan, şehrin tüm uçlarına aynı anda hakimdir. Aynı bu örnekte olduğu gibi bizim açımızdan belli olayların gerçekleşmesi için zamana ihtiyaç varken, tüm mekanları ve zamanı yaratan Allah'ın olayların başını ve sonunu görebilmek için zamana ihtiyacı yoktur.
Allah katında her olay olup bitmiştir. Örneğin, Allah katında, Hz. Musa şu anda Kızıldeniz'i geçmektedir, Hz. Muhammed şu anda arkadaşıyla birlikte mağaraya sığınmaktadır, Hz. Nuh şu anda gemisini inşa etmekte, şu anda gemisiyle birlikte yola koyulmaktadır, Hz. İbrahim şu anda ateşe atılmakta, Hz. İsa şu anda göğe yükseltilmektedir, Hz. Meryem ise şu anda Cebrail ile konuşmaktadır...
Allah katındaki zamansızlık içinde her kare, her an aynı anda vardır ve sonsuza kadar var olacaktır. Allah'ın yarattığı hiçbir görüntü, hiçbir olay, hiçbir varlık yok olmaz. Bu, bir video kasetteki görüntülerin, izlenerek geçilse bile var olmaya devam etmesi gibidir. Ancak insanın bu görüntüleri geri veya ileri alma imkanı yoktur. Yalnızca Allah, tüm bu kareleri tek bir anda görür ve bilir. Sakın Allah'ın yaratışındaki muhteşem sırları ve mucizeleri düşünerek, gerçeklerle yüzleşmekten kaçmayın.

GEMİ İLE YOLCULUK YAPTIĞINI ZANNEDEN İNSAN, BEYNİNDEKİ YOLCULUĞU SEYREDER
Gemi ile kıtalar arası yolculuk yaptığını, kilometrelerce mesafe katettiğini zanneden biri aslında bir adım bile yol katetmemiştir. Çünkü bir gemide yolculuk yaptığını zannederken, gerçekte beyninin içinde gerçekleşen yolculuğu izlemiştir. Gördüğü manzaralar, farklı ülkelerin kıyıları, limanlar, geminin denizi yararak yol alışı, yunuslar, gökyüzündeki bulutların sürüklenişi hep beyninin içinde oluşan görüntülerdir.
Gemi bir limandan ayrılırken, limanın giderek küçülen ve en sonunda yok olan görüntüsü, geminin hareket ederek yol aldığı hissini verir. Oysa, o anda insan, beyninde giderek küçülen liman görüntüsünü seyretmektedir. Gemi de, liman da, gökyüzü de insanın beynindeki küçücük görme merkezinde oluşan görüntülerdir. Görüntülerin boyutlarının değişmesi ile insan uzaklık ve yakınlık hislerini algılar, görüntüsünde derinlik olduğu hissine kapılır. Aslında uzakta olan hiçbir şey yoktur; herşey tek bir satıhta, tek bir noktanın üzerindedir.
Dünya hayatına hırsla bağlananlar bu önemli gerçeği anlamazlıktan gelmekte, insanların anlamalarını da engellemeye çalışmaktadırlar. Çünkü, gördüğü herşeyin beyninde oluşan bir kopya olduğunu kabul eden bir insan, yaptığı seyahatlerle diğer insanlara sükse yapamayacak, gördüğü yerlerle övünemeyecektir.
De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?" De ki: "Hakka ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakkaulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı?Neoluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?" (Yunus Suresi, 35)

ÇOK BÜYÜK BİR GERÇEĞİ GÖRMEZLİKTEN GELMEYİN
Elinizde tuttuğunuz kağıdın inceliğini, taşıdığınız poşetin ağırlığını ya da sabunun kayganlığını hisseden gerçekte eliniz değildir. Eliniz ile dokunduğu cisimler arasındaki bazı etkileşimler hücreler tarafından sinir akımına dönüştürülür. Elinizdeki sinirlerin beyninize naklettiği bu akımlar, beyinde dokunma hissine dönüşür. Dolayısıyla bir arkadaşınızla tokalaştığınızda, bu el sıkışma hissi beyninize gelen sinyallerin yorumudur.
Pek çok kimse -bu bilgiye sahip olsa da- maddenin aslına dokunduğunu zanneder. Halbuki bu, hiçbir zaman mümkün değildir. İnsan bir arkadaşıyla tokalaştığını beyninde hisseder. Arkadaşının elinin aslına hiçbir zaman dokunamaz. Dokunduğu ve hissettiği onun elinin beynindeki bir kopyasıdır.
Öyleyse madem dokunduğumuz veya gördüğümüz cismin aslına ulaşamıyoruz, bu kopyanın orijinali ile aynı olup olmadığından nasıl emin olabiliriz? Buna hiçbir zaman emin olamayız, çünkü hayatımız boyunca kafatasımızın içinde yaşarız. Gördüklerimiz, dokunduklarımız, duyduklarımız, tattıklarımız hep beynimizdedir. Ancak bu kopyalar Allah'ın yarattığı bir harika olarak, orijinalinin o kadar aynısıdır ki, insanların çoğu bu gerçeği fark edemezler. Hatta, bu gördüklerinin bir hayal olduğunu bu kişilere anlatmak, gerçeklerini göremedikleri konusunda onları ikna etmek için uzun açıklamalar yapmak gerekmektedir.
Elinizde tuttuğunuz herhangi bir nesneyi hisseden eliniz değildir. Elinizdeki hücreler bazı etkileşimleri sinir akımına dönüştürür ve bu elektrik akımları beyninizde dokunma hissini oluşturur.

BEYNİMİZİN DIŞINDAKİ DÜNYADA HİÇ SES YOKTUR
Çoğu insan, dış dünyada birtakım sesler olduğunu ve bizim de bu sesleri kulağımızla duyduğumuzu düşünür. Örneğin müzik setini sonuna kadar açan bir insan, müzik setinden çok yüksek bir ses çıktığını ve bu sesi işittiğini sanır. Oysa gerçekte dışarıda, yani insanın beyninin dışında hiç ses yoktur. Dünya tümüyle sessizdir. Beynimizin dışındaki dünyada sadece titreşimler vardır. Bu titreşimler ise yalnızca kulaklarımız ve beynimiz tarafından sese dönüştürülür. Yani, işitecek bir kulak ve beyin olmadığı sürece, ses de yoktur. Üstelik kafatasının içi de tamamen sessizdir. Dışarıda bir sesin var olduğunu kabul etsek bile bu ses beyne ulaşamaz. Beyne ulaşan, sesin elektriksel bir kopyasıdır. Fakat insan, bu derin sessizliğin içinde, duyma merkezine ulaşan elektrik mesajlarını güçlü kolonlardan çıkan yüksek sesli bir şarkı olarak dinler. Peki sessiz beynin içinde, bir kulağa, kulak hücrelerine, kulak kepçesine ihtiyaç olmadan, şarkıları dinleyen, dinlediklerinden zevk alan kimdir? Bu, İNSANIN RUHUDUR.
Öyle ise, dinleyen bir insan ruhu olmadığı sürece, ne müzik setinin, ne çalışan bir motorun, ne de çalan bir zilin sesi yoktur. Allah'ın yaratışındaki bu olağanüstü mucize üzerinde mutlaka düşünün.

BEYNİNİZDEKİ DERİN SESSİZLİKTE, BİR KONFERANSI DİNLEYEN RUHUNUZDUR
Büyük bir salonda can kulağıyla bir konuşmayı dinleyen kişilerin tümü konuşmacının ağzından çıkan her sesi duyduklarını zannederler. Konuşmacı da aynı eminlikte düşüncelerini anlatır ve dinleyicilerin kendisini duyduklarını zanneder. Oysa gerçek çok farklıdır ve o anda salondaki hiç kimsenin farkında olmadığı, olağanüstü bir mucize gerçekleşmektedir.
Konuşmayı yapan kişi, beynindeki dinleyicilere bir şeyler anlatmakta, aynı şekilde dinleyiciler de anlatılanları beyinlerinde dinlemektedirler. O anda salonun içinde olduklarından son derece emin olan onlarca kişi, bütün bunları aslında beyinlerinde yaşamaktadır.
Bu mucizeyi kavrayabilmek için kulak hakkında doğru bilgilere sahip olmak gerekir. Çünkü pek çok insan sesi duyanın kulakları olduğunu düşünür. Oysa kulak sadece kendine gelen uyarıları elektrik akımlarına çevirir, sonra bunları beyne iletir. Bu akımlar beyindeki işitme merkezinde ses olarak işitilir.
Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta daha vardır. Beyne ulaşan, seslerin asılları değil, onlara ait elektrik akımlarıdır; kafatasının içinde korunan beyin sese tamamen kapalıdır. Buna rağmen salondaki dinleyicilerin her birinin beyninde, bir kulağa ihtiyaç olmadan elektrik akımlarını konuşmacının sesi olarak duyan bir varlık vardır.
Bu varlık herşeyi o kadar gerçekçi yaşar ki, hiç kimse duyduğu sesin aslı ile muhatap olmadığını fark edemez. Bu varlık, Allah'ın benzersiz bir ilimle yarattığı RUH'tur. Beynin içindeki derin sessizliğe rağmen ruh, herşeyi kusursuz bir netlikte ve gerçeğinin aynısı olarak duyar.

ARABA KULLANAN KİŞİ, YOLU BEYNİNDEKİ MONİTÖRDEN TAKİP EDER
Sağanak yağmurlu bir havada araba kullanan kişi; sıkı sıkı tuttuğu direksiyonu da, zorlukla seçebildiği yolu da, yolu görmesini sağlayan silecekleri de aynı yerde, yani beyninde görür.
Yağan yağmurdan, asfalt yoldan, arabanın camından, kısacası bu kişinin çevresindeki cisimlerden ulaşan uyarılar, beyinde yağmur, araba, yol olarak seyredilir. Beyindeki monitörde dış dünyayı seyreden bir varlık vardır. Bu varlık Allah'ın büyük bir mucize olarak yarattığı ruhtur.
Beynindeki monitörden yağış görüntüsünü seyreden kişinin hiçbir yere çarpmadan araba kullanmasının ne kadar zor olduğunu hiç düşünmüş müydünüz? Bu sorunun cevabını mutlaka düşünün.

YOKSA SİZ MADDENİN ASLINI GÖRDÜĞÜNÜZÜ MÜ SANIYORSUNUZ?
Evinizin camından baktığınızda gördüğünüz görüntü bir sene boyunca sürekli değişir. Kışın karlar içinde bir manzara, bahar ayında yağmurlu, yaz geldiğindeyse güneşli ve yemyeşil bir görüntü ile karşılaşırsınız. Peki şimdiye kadar bu görüntüleri nerede gördüğünüzü hiç düşündünüz mü? Işıl ışıl güneşin, karın veya yağmurun sadece beyninizde oluşan kopyalarını izliyor olduğunuzu aklınıza getirdiniz mi?
Dünya üzerindeki insanların büyük bir bölümü bu görüntüleri beyinlerinin içindeki karanlık bir mekanda gördüklerini ve bunların asıllarını hiçbir zaman göremeyeceklerini düşünmezler. Oysa bu, 21. yüzyılda tüm bilim dünyasının kabul ettiği, lise biyoloji kitaplarında dahi yer alan bilimsel bir gerçektir.
Dünya yaratıldığından beri penceresini açıp da dışarıdaki manzaranın aslını gören kimse olmamıştır. Gördüğünü zanneden insan da, aslında beyninde oluşan hayal dışında birşey görmemiş, şimdiye kadar hiç kimsenin görmediği hayali bir varlığa inanmıştır. Çünkü insanların madde dedikleri şey, gerçekte gördükleri hayale taktıkları bir isimden başka birşey değildir. Herşeyin dışarıda bulunan aslını gördüklerini iddia ederken sundukları tek delil ise yine hayaldir.

DIŞARIDA MADDENİN OLDUĞUNU İDDİA EDENLERİN ELLERİNDEKİ TEK DELİL HAYALLERİDİR
Bir dağın zirvesinde oturup, çevresini saran eşsiz manzarayı seyreden bir dağcı, bu olağanüstü güzelliği beyninin içinde gördüğünden habersizdir. Oysa bu uçsuz bucaksız görüntü, dağcının beyninin içindeki birkaç mercimek tanesi büyüklüğündeki görme merkezinde oluşur. Gördüğü şey ise, manzaradan gelen ışınların, beyninde yorumlanmasından başka bir şey değildir. Yani gerçekte o manzarayı değil, manzaranın elektrik sinyallerinden oluşmuş, birebir benzeyen kopyasını görmektedir. Bu benzerlik dolayısıyla dağcı, manzaranın dışarıdaki aslıyla karşı karşıya olduğunu düşünür. Dışarıda maddenin var olduğuna inanır. Buna inanmakta özgürdür. Ancak şunu da kesinlikle aklından çıkarmamalıdır ki, dünya yaratıldığından beri hiçbir insan maddenin aslını görememiştir ve o da hiç kimsenin görmediği birşeye "var" demektedir. Elindeki tek delili ise beyninde oluşan bir hayaldir.

HAYATINIZ BOYUNCA BEYNİNİZİN İÇİNDEKİ KİTAPLARI OKUYARAK YENİ ŞEYLER ÖĞRENDİĞİNİZİ BİLİYOR MUSUNUZ?
Küçüklüğünüzden beri okuduğunuz hikaye kitaplarının, ders kitaplarının, ansiklopedilerin, romanların, kısacası tüm kitapların aslında beyninizde oluşan kopya kitaplar olduğunu ve hiçbir zaman beyninizin dışına çıkıp da bir kitabın aslını okuyamayacağınızı biliyor musunuz?
Kitabı okurken sayfanın üstüne koyduğunuz eliniz, kitabınız, oturduğunuz masa beyninizin görme merkezinde, her biri aynı yerde olacak şekilde meydana gelmektedir. Ancak kitaptan gelen elektrik uyarıları sonucunda beyinde oluşan görüntü o kadar net ve gerçekçidir ki, siz bu gerçeğin farkına varmazsınız. Kitabın aslını gördüğünüzü zanneder, ellerinizin kitabın aslını tuttuğunu düşünürsünüz. Ancak unuttuğunuz şey, beynin küçücük görme merkezinde oluşan bu kitabı okuyup, anlayan ve birçok bilgiyi öğrenenin bir başka varlık olduğudur.

Birçok insan, göze gerek olmadan satırları takip eden bu varlığın, Allah'ın insanlara verdiği ruh olduğunun farkında değildir. Farkında olanların çoğu ise bu olağanüstü gerçekten kaçmaya çalışmaktadırlar.
Bu kesin gerçeğin ve ruhun varlığı üzerinde düşünenler, gerçeklerden kaçmayanlar her zaman kazançlı olacaklardır. Allah'ın sonsuz yaratma gücünü anlamaya başlayanlar için tüm dünya yepyeni bir anlam kazanacaktır
Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
 
... Sen yücesin, bize öğrettiğinden
başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın.
(Bakara Suresi, 32)
 

CANLILARDAKİ İMAN DELİLLERİ

KOALANIN ÜSTÜN TIP BİLGİSİ
Avustralya'da okaliptüs ağacının 600'den fazla türü vardır ve her ağacın yapraklarının barındırdığı kimyasal maddeler birbirinden farklıdır. Koalalar, üstün bir seçicilik örneği göstererek bu 600 ağaçtan sadece 35'ini tercih ederler ve yaşamlarını bu ağaçların yapraklarını yiyerek sürdürürler.
Bir okaliptüs ağacında iki farklı tipte yaprak mevcuttur ve koala vücut sıcaklığına göre bu iki tür yapraktan birini yer. Vücut sıcaklığı düşükse, yani üşüyorsa "phellandren" yağı içeren yaprağı yiyerek vücut ısısını yükseltir. Vücut sıcaklığı yüksekse, o zaman da "cineol" içeren yaprakları çiğneyerek vücudunu serinletir. Bunun dışında koala, okaliptüs yapraklarında bulunan başka yağları kullanarak kan basıncını düşürebilir ve kaslarının dinlenmesini sağlayabilir.
Acaba koala vücut ısısını düzenlerken hangi tür yapraklardan yemesi gerektiğini nereden bilmektedir? Dahası, ihtiyaç duyduğu yaprağın, 600 okaliptüs ağacı türünden hangisinde olduğunu nasıl tespit etmektedir?
Elbette, koalanın böyle bir seçimi kendi aklı ve iradesi ile yapabilmesi mümkün değildir. Ona bu seçimi yapmayı öğreten; herşeye gücü yeten, bütün canlıları yönlendirerek, onlara yapmaları gerekenleri ilham eden Allah'tır.

HER ORGANI KUSURSUZCA İNŞA EDEN HÜCRELER BİRER YARATILIŞ MUCİZESİDİR
İnsan vücudunun her organı ve her parçası çok orantılı bir şekle sahiptir. Bu organlara şekil veren, onları adeta bir heykeltraş gibi ustaca çalışarak biçimlendirenler ise, gözle görülmeyecek kadar küçük hücrelerdir.
123
45

Resimlerde sırasıyla damarların aşama aşama nasıl oluştuğu görülmeltedir.
Hücreler, inşa işlemine daha ana rahmindeyken başlar. İlk önce bir hücre yığını oluşur. Sonra bu hücre yığını kendi içinde grup grup ayrılmaya başlar. Daha sonra aynı organı oluşturacak olan hücreler biraraya gelerek yapışırlar. Bu yoğun faaliyetin ardından, bazı hücre grupları kemikleri, bazıları akciğeri, bazıları deriyi, bazıları kan damarlarını, bazıları kafatasını oluşturacaktır.
Bu arada hepsi en uygun yerde ve en uygun zamanda işine başlar. Örneğin kafatasını oluşturan hücrelerin bulunduğu yer tam olması gereken yerdir. Omuriliği oluşturanlar da kafatasına göre bulunmaları gereken en uygun yeri seçip öyle inşa işlemine başlar. Akciğeri yapacak olan hücreler ise daha içerilere doğru ilerler. Ve nerede durup işlerine başlamaları gerektiğini çok iyi bilirler. Hiçbir zaman beynin bulunması gereken yerde akciğerleri inşa etmezler. Veya göğüs kafesini ve akciğerleri birbirleriyle orantılı büyüklükte yaparlar. Hatta akciğerin göğüs kafesine sıkışmaması için genişleme payı dahi bırakırlar. Ya da kafatasının ebatlarını öyle iyi ayarlarlar ki, kafatası beyne hiçbir zaman baskı yapmaz.
Hücreler, zamanlama konusunda da çok titiz ve ileri görüşlü davranırlar. Örneğin kan damarları oluşmadan kanı yapmazlar. Kafatasını ve kafatasındaki göz çukurunu yapmadan gözleri inşa etmezler.
Üstelik organların şekillerini, milyonlarca yıldır milyarlarca insanda hiçbir değişiklik olmadan aynı şekilde yaparlar. Örneğin akciğerin şekli hep olması gerektiği gibidir. Beynin kıvrımlarını, şeklini, kafatasının içine sığacak büyüklükte olmasını, bombelerini en güzel ve titiz şekilde, sanki usta bir heykeltraşın elinden çıkmış gibi yaparlar. Hiçbir taşma, dışarıda kalan fazla bir parça veya pürüz bırakmadan her dokuyu olması gerektiği gibi inşa ederler.
Şuursuz, akılsız, bilinçsiz, eli, beyni, gözü olmayan hücrelerin kendi iradeleriyle ve tesadüfler sonucunda böyle kusursuz bir eser meydana getirmeleri kesinlikle imkansızdır. Darwinistler'in hiçbir açıklama getiremedikleri bu gerçek, samimi düşünen her insan için büyük bir yaratılış mucizesidir.

HÜCRELERİNİZİN SİZİ DÜZGÜN BİR İNSAN HALİNE GETİRMELERİNİ SAĞLAYAN ALLAH'TIR

Ellerinizin, gözlerinizin, burnunuzun düzgün bir şekil almalarını sağlayan hücrelerinizdir. Siz daha anne karnındayken işe başlayan hücreleriniz, bir estetik uzmanından daha iyi çalışarak sizi şekillendirirler.
Hücreleriniz hiçbir fazlalık, hiçbir taşırma olmadan her organınızı sanki ellerinde bir kalıp varmış gibi kusursuz bir düzenle yaparlar. Örneğin parmaklarınızın kaç tane olacağını, uzunluklarını ve şekillerini tam gerektiği gibi hesaplarlar. Bu, çok şaşırtıcı ve heyecan verici bir gelişimdir.
Hücrelerin, organlarınızı üretirken elde ettikleri başarı vücudun her milimetrekaresi için geçerlidir. Örneğin sadece göze ait 40 farklı parça vardır. Gözün fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için tüm parçalarda orantılı bir büyümenin olması, aralarındaki bağlantının sağlam olması, hepsinin kendi yerinde bulunması gerekir. Aksi takdirde göz göremez.
Embriyo 4 haftalık olduğunda başının her iki tarafında birer oyuk oluşur. 6. haftada bu oyuğu oluşturan hücreler muhteşem bir plan içinde hareket etmeye başlarlar. Bazı hücreler korneayı, bazı hücreler göz bebeğini, bazı hücreler de merceği yaparlar. Her hücre inşa ettiği bölümün bitiş sınırına geldiğinde durur. Her biri ayrı bir parçayı oluşturur, sonra mükemmel bir şekilde birleşirler. Gözbebeği yerine başka bir tabaka oluşmaz, herşey yerli yerindedir. Bu işlemler aylar boyunca devam eder ve ortaya son derece estetik ve işlevsel gözler çıkar.
Embriyoyu oluşturan hücrelerin her birinin vücudun genel planından da haberi vardır. Adeta bir anlaşma yapmışçasına, birbirlerinden farklı özelliklere sahip yapılar meydana getirirler.
Peki hücreler nereye gideceklerini ve ne oluşturacaklarını nereden bilirler? Birlikte hareket ettikleri diğer hücrelerle nasıl bu kadar uyumlu olabilmektedirler?
Hücrelere şifrelenmiş olan bu muhteşem planı yaratan Allah'tır. Hücrelere neler yapmaları gerektiğini ilham ederek bu planın kusursuzca işlemesini sağlayan da Allah'tır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
 De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler?... (Fatır Suresi, 40)

PARMAKLARINIZI İNŞA EDEN HÜCRELER, ALLAH'IN EMRİNE İTAAT EDERLER
Anne rahmindeki embriyonun gelişimi mucizelerle doludur. Bu gelişimi an an izleme imkanımız olsaydı, aynı anda hem inşaat mühendisliği hem de inşaat işçiliği yapan hücrelerin akıllı, bilinçli ve son derece organize davranışlarını görerek hayrete düşerdik.
Vücudumuzun her parçasını tek tek inşa eden hücreler, altıncı haftadan sonra ellerimizi de inşa etmeye başlarlar. El ilk olarak oluştuğunda parmaklar yoktur, tek parçadan ibaret bir yelpaze gibidir. Ancak, bu aşamada mucizevi bir olay gerçekleşir ve eli oluşturan hücrelerden bazıları teker teker intihar etmeye başlar. Diğer hücreler ölü hücreleri yerler ve bu bölgelerde boşluklar oluşur. Bu boşluklar parmaklar arası boşluklardır. Böylece parmaklar şekillenir.
Dikkat edin. Parmakları oluşturacak hücreler hiçbir zaman intihar etmezler. İntihar edenler parmak arası için yer açması gereken hücrelerdir. Ve bu kararı aynı anda ve tam zamanında alırlar. Şuur, akıl ve bilgiden yoksun bu varlıklara intihar emrini veren, parmakları kusursuz bir tasarımla, insan için en uygun şekilde inşa eden kimdir? Elbette, her varlığı kusursuzca var eden, yerin, göğün ve ikisinin arasındakilerin Yaratıcısı olan Rabbimiz'dir.

VÜCUDUNUZDAKİ KEMİKLERİN ADETA BİR SANAT ESERİ GİBİ, İNCE İNCE YONTULDUĞUNU HİÇ DÜŞÜNMÜŞ MÜYDÜNÜZ?
Vücudunuzdaki 306 kemiğin büyük bir bölümü şekil olarak birbirinden farklıdır. Onların bu farklılaşmaları ilk ortaya çıktıkları anda, henüz anne karnındayken başlar. Tek bir yumurta hücresinin döllenmesiyle bölünmeye başlayan zigot, oldukça büyük bir hızla çoğalır. Bir süre sonra bu çoğalan hücreler, sanki vücudun hangi bölümünün hücresi olmaları gerektiği kendilerine öğretilmiş gibi, farklılaşmaya başlarlar.
Kimi hücreler kemikleri, kimi hücreler karaciğeri, kimi böbrekleri, kimi de gözleri oluşturur. Ancak karaciğeri, kemiği veya gözleri oluşturacak olan hücrelerin sadece biraraya toplanması yeterli değildir. Bunların kendi aralarında da farklılaşmaları gerekir. Örneğin kemik hücreleri, oluşturacakları kemiğin vücudun hangi bölgesinde olacağını bilerek ona uygun şekil almalıdırlar.
Ayaklardaki kemik hücreleri adeta profesyonel bir heykeltraş gibi çalışarak kavisli, parmaklar için girinti ve çıkıntıları olan, bilek için eklem yeri hazır olan kusursuz ayak kemikleri oluştururlar. Kafatasını oluşturan kemik hücreleri de beynin ölçülerini bilircesine, tam ona uygun, girintisi ve çıkıntısı olmayan, beyni kusursuz şekilde saracak, yuvarlak bir kemik tabakası meydana getirirler. Ne daha küçük yapıp beyni sıkıştırırlar, ne daha büyük yapıp insanın kafasını taşımasını zorlaştırırlar.
Kendilerine ne şekil vermeleri gerektiğini, ne hücresi olmaları gerektiğini çok iyi bilerek, kemiklere kusursuz bir biçim veren hücrelerin bu şuuru nereden kaynaklanmaktadır?
Onlara bu ince planı ilham eden Allah'tır. Allah'ın eşsiz ilmine bir ayette şöyle dikkat çekilmektedir:
"...Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz..." (Bakara Suresi, 259)

SİNİR HÜCRELERİNİ KORUYAN MİKROSKOBİK KILIFLAR
İnsanın hem beynindeki hem de omuriliğindeki sinir liflerinin etrafı, koruyucu bir madde ile sarılıdır. "Miyelin" olarak adlandırılan bu madde sinir liflerini bir kılıf gibi korur. Miyelin, bir elektrik kablosunun etrafını saran plastiğe benzetilebilir. Nasıl ki plastik, elektrik iletiminde oluşabilecek kısa devreleri önlemeye yarıyorsa, miyelin de sinir hücrelerinde gerçekleşen elektrik iletiminde bir yalıtkan görevi yapar.
Miyelin kılıf, aynı zamanda sinir hücrelerinin uzantıları olan aksonların uyarı iletimini de kat kat artırır. Sinir liflerindeki iletim hızı, miyelinsiz liflerde 0.25 m/sn iken, çok kalın miyelinle kaplı olan liflerde 100 m/sn kadardır. Bu hız,1 saniye içinde uyarıların bir futbol sahasının uzunluğu kadar mesafeyi gidip gelmesiyle eşdeğer bir hızdır.
Mikroskobik miyelin kılıflarının hız artırma özelliği bizim için hayati önem taşır. Bu kılıf zarar gördüğünde beyinden çıkan ya da beyne giden elektrik akımlarında yavaşlama olur. Bunun sonucunda da elektrik akımları ilgili yerlere gerektiği anda ulaşamaz ya da yanlış yerlere doğru yönlenir. Bu ise vücudun çeşitli yerlerinin hissizleşmesi hatta ilerleyen safhalarda yürüyememe gibi çok daha ciddi problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Yağa benzeyen bir maddenin insanın sinir sistemi için bu kadar hayati önem taşıması elbette ki tesadüflerle açıklanması mümkün olmayan bir durumdur. Yalnızca miyelin kılıfının eksikliği dahi insanın bedeninin işlevlerini yerine getirememesi için yeterli bir nedendir. Miyelinin sahip olduğu özellikler, bulunduğu yer ve sinir hücreleri üzerindeki etkisi gibi detayların tümü özel olarak tasarlanmıştır. Miyelindeki bu kusursuz tasarım Allah'a aittir.

ALLAH'IN VARLIĞININ DELİLLERİ HER YERDE
Fagositoz, bakterilerin, mikropların, mantarların, ölü hücrelerin, vücutta kullanılamaz hale gelen dokuların hücreler tarafından sindirimi demektir. Bunu gerçekleştiren fagosit hücrelerinin yok edecekleri hedeflerin tespitinde son derece seçici olmaları gerekir. Aksi takdirde vücudun normal yapıları ve hücreleri de sindirilerek imha edilir. Sağlıklı hücrelerin fagosit hücreleri tarafından yok edilmesi demek, vücutta tam anlamıyla bir anarşinin çıkması demektir. Fakat böyle bir karmaşa hiçbir zaman yaşanmaz. Çünkü bunun için gereken tedbir alınmıştır.
Fagositozun olup olmaması özellikle üç seçici işlemle belirlenir:
-İlk olarak vücuttaki yapıların pek çoğu, ölü dokuların ve yabancı maddelerin aksine fagositoza dirençli olan pürüzsüz yüzeylere sahiptir.
-İkincisi vücut hücrelerinin çoğu fagositleri iten koruyucu protein kılıflarına sahiptir. Diğer yandan ölü dokuların ve yabancı maddelerin çoğunda genellikle koruyucu kılıf yoktur, bu da onları fagositoz için uygun hale getirir.
-Üçüncü olarak, vücutta yabancı maddeleri fark eden özel bir sistem vardır.
Eğer tüm bunlar olmasaydı vücudumuzda kendi kendini yiyen bir mekanizma faaliyet halinde olacak ve bu eninde sonunda canlının yok olması gibi bir sonucu da beraberinde getirecekti.
Böylesine ince bir düzenin olduğu yerde şuursuz bir tesadüften bahsetmek, evrim gibi çürük bir iddiayı öne sürmek elbette ki anlamsızdır.

PROTEİNLERİN HAYRET VERİCİ SİNDİRİMİ YARATILIŞ DELİLLERİNDEN BİRİDİR
Besinlerle aldığımız proteinlerin sindirimi midede başlar. Midede proteinleri bekleyen bir enzim vardır. Pepsin adı verilen bu enzim ette bulunan kollajen denen lifleri parçalar ve böylece hücresel proteinleri sindirilebilir hale getirir.
Proteinlerin büyük ölçüde sindirimi ise pankreastan salgılanan enzimlerle gerçekleşir. Pankreastan salgılanan tripsin ve bazı başka enzimler parçalanmış proteinleri daha da ufak parçalara ayırırlar.
Son olarak protein sindirimi ince bağırsaklarda bulunan hücrelerde gerçekleşir. Bu hücrelerin dış yüzünde bulunan enzimler parçalanmış proteinleri daha küçük zincirlere parçalar. Parçalanan küçük amino asit grupları ise hücre içine alınarak burada bulunan diğer enzimlerle tek tek parçalanır ve bu parçalanma sonucu ortaya çıkan amino asitler bu hücrelerden kan dolaşımına verilir.
Bu anlatılanların işaret ettiği bir gerçek vardır. Vücudumuza daha proteinler girmeden, protein denen bazı moleküllerin var olduğu ve besinler yoluyla vücuda gireceği önceden bilinmektedir. Hatta proteinlerin moleküler yapısı en ince ayrıntısına kadar tespit edilmiştir, bunları parçalayacak enzimler mükemmel yapıları ile tasarlanmışlardır, ilgili hücreler sindirim sistemimizi oluşturan organlarda uygun yerlere yerleştirilmişlerdir, bu hücrelerin vazifeleri genetik şifrelerle kodlanmıştır.
Tüm bu ayrıntılar ilk insandan beri eksiksiz ve kusursuz olarak mevcuttur. Bugün modern bilimin ışığında ortaya çıkan bütün detaylar kusursuz bir yaratılışın delilleridir. Şüphesiz, gözleri olup da görmeyen, kulakları olup da işitmeyen, kalpleri olup da hissetmeyenler, bu yaratılış delilleri karşısında yine cahillik etmekte ve inkarlarında diretmektedirler.

1 GRAM DNA MOLEKÜLÜ =1 TRİLYON CD DOLUSU BİLGİ
Geleceğin bilgisayarlarını tasarlayan mühendisler insan genomunu "erişilmesi imkansız" bir tasarım olarak nitelendiriyorlar. Bunun nedenini anlamak için küçük bir karşılaştırma yapalım.
İnsan vücudundaki yaklaşık 100 trilyon hücrenin her birinin çekirdeğinde yer alan DNA, o kimseye ait tüm özellikleri içeren bilgiyi depolamıştır. DNA akıl almaz derecede üstün bir tasarıma ve bilgi depolama kapasitesine sahiptir. Öyle ki 1 gram DNA molekülü, 1 trilyon CD'ye eşit bilgi barındırır. (Discover, Cilt. 21, No. 4, Nisan 2000) Bir tek CD'ye yüzlerce kitap dolusu bilginin sığdığı düşünülecek olursa 1 trilyon CD'lik bilgiyi barındıran DNA'nın kapasitesi daha iyi anlaşılabilir.
DNA'daki bilgi depolama sistemi, bilgisayar mühendislerinin henüz taklit etmeyi bile hayal edemedikleri kadar mükemmel bir yapıya sahiptir.
DNA molekülü, istisnasız her insanda ve her hayvanda ilk yaratıldıkları andan itibaren vardır. Bu hatırlandığında, ne kadar üstün bir yaratılışla yaratıldığımız açıkça ortaya çıkmaktadır.
Böyle küçük bir yerde, belli bir kod sistemiyle dizilmiş atomlarda, canlıların yapısına dair tüm bilgilerin saklı olması, herşeyin Yaratıcısı olan Allah'ın eşsiz gücünü ve sonsuz aklını göstermektedir.

BÖBREK HÜCRELERİNİN SAHİP OLDUĞU BİLGİ VE ŞUUR NEREDEN GELİYOR?
Sodyum, vücut dokularında ve kanda bulunur. Böbrek hücrelerinin bazıları kandaki sodyum miktarını algılayabilecek özelliklere sahiplerdir. Eğer sodyum miktarında bir düşüş olursa, bu hücreler durumu derhal böbreklerde bulunan sodyum emici hücrelere haber verirler. Vücuttan atılacak olan sıvının içine, böbreklerdeki süzülme sırasında bir miktar sodyum karışmıştır. Söz konusu hücreler böbrek sıvısının içindeki bu sodyum moleküllerini yakalar ve onları vücuda geri kazandırırlar. Böbreklerdeki algılayıcı hücrelerin üzerine bu iş için özel pompalar yerleştirilmiştir. Acil durumlarda bu pompalar devreye girer ve sodyum molekülleri yakalanarak vücuda geri kazandırılır.
Eğer böbreklerdeki bu geri emilim mekanizması olmasaydı aşırı besin ve sıvı kaybından dolayı ölüm kaçınılmaz olurdu.
Burada verilen bilginin, üzerinde düşünülmesi gereken önemli noktaları vardır. Herşeyden önce, vücudumuzda yaşamımız için gerekli olan maddelerin eksikliğini veya fazlalığını algılamak üzere özel olarak tasarlanmış hücreler bulunmaktadır. Bu hücrelerin tesadüfen oluşmadıkları, özel olarak yaratılarak böbreklere yerleştirildikleri son derece açıktır. Ayrıca bu hücreler, vücut içinde bulunan maddeleri birbirinden ayırt etme yeteneğine de sahiptirler. Örneğin sodyumu, potasyumdan, amino asitlerden, kalsiyumdan, proteinlerden, üreden ayırabilmekte, seçip kana geri gönderebilmektedirler. Bu maddeleri ayrı ayrı bir insanın önüne koysanız, bunları birbirinden ayıramayacaktır. Küçücük bir hücreye, çoğu insanın dahi sahip olmadığı, böylesine muazzam bir bilgiyi ve şuuru veren elbette tesadüfler değildir.
Verilen örneklerde de görüldüğü gibi böbreklerdeki bu sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek, Darwinistler'in mantık çöküntüsünü açıkça ortaya koymaktadır. Bu sistem, Allah'ın sonsuz ilminin, aklının ve gücünün göstergelerinden yalnızca biridir.
Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Rum Suresi, 26-27)

İNSAN VÜCUDUNDAKİ GÜVENLİK GÖREVLİLERİ: MİKROORGANİZMALAR
Her insanın bağırsaklarında 400 farklı bakteri türü bulunur. İyi huylu olan bu bakteriler vücuda yarar getirmek üzere görevlendirilmişlerdir. Vücudumuz için besinleri sindirmekten, vitaminleri yararlı hale getirmeye hatta gerektiğinde vitamin üretmeye kadar pek çok önemli sorumlulukları vardır.
Araştırmacılar, bağırsaklarımızdaki bakterilerin, hastalık yapan bakterilere karşı bizi koruduklarını keşfetmişlerdir.
Ancak bu ilginç durum sadece bakteriler için geçerli değildir. Bakterilerin yanısıra yine bize hiçbir zararları bulunmayan mikroorganizma toplulukları da vücudumuzda yaşamaktadır. Bu mikroorganizmalar da savunma sistemimizi dışarıdan gelen mikroplara karşı desteklerler.
Bu desteğin son derece şaşırtıcı bir nedeni vardır.
Herhangi bir mikrobun vücuda girmesi demek bu canlıların yaşama alanlarının da işgal altına girmesi demektir. İşte bu nedenle mikroorganizmalar ve bakteriler vücudumuza dışarıdan gelen düşmanlara karşı savunma sistemimizle birlikte büyük bir savaş verirler. Bunlar adeta vücudun ücretli güvenlik görevlileri gibi hareket ederek bulundukları bölgeyi korurlar.
Kesinlikle şuura ya da akla sahip olmayan organizmaların böyle bir sorumluluk üstlenmiş olmaları elbette ki düşündürücüdür. Bu canlılar kendilerinden tamamen farklı yapıdaki başka bir canlıya yani insana nasıl yarar getireceklerini bilmektedirler. Üstelik vücudumuzun düşmanını ve dostunu ayırt edebilmektedirler.
Şuursuz hücrelerin bütün bunları kendi akılları ile başarmaları imkansızdır. Bütün bunlar çok açık bir şekilde yaratılışı kanıtlar. Allah insan bedenini buna benzer vesileler ile korumakta ve bize eşsiz yaratma sanatını göstermektedir.

ELEKTRİK SİNYALLERİYLE AÇILIP KAPANAN HÜCRE KAPILARI

Resimde, bir sinir hücresinin elektrik sinyalleri ile gerektiği zaman açılıp kapanan kapıları görülüyor.
Sinir hücreleri diğer hücrelerden farklı olarak elektrik sinyalleri ile çalışan hücrelerdir. Bu hücrelerin zarlarında elektrik sinyalleri ile açılıp kapanan kapılar bulunur. Protein yapısı ihtiva eden bu kapılar sadece potasyum, kalsiyum, sodyum gibi belirli iyonların hücre içine girmesine izin verirler ve bu konuda çok titiz ve seçicidirler. Eğer bu seçicilik olmasaydı, hücreye zararlı olabilecek maddeler, iyon veya moleküller bu kapılardan geçerek hücrenin ölümüne sebep olabilirlerdi.
Hücre kapılarındaki bu seçicilik, kapıyı oluşturan proteindeki bazı özel uzantıların sadece belli iyonlar ile işbirliği yapmasından kaynaklanır. Böylece bazı iyonlar bu kapıdan daha kolay geçerken diğerleri için bu hemen hemen imkansız hale gelmektedir. Kapı proteinlerinin çok özel yapıları hücrenin genetik şifresinde kodlanmıştır ve ilk insandan beri tüm insanlarda hiç değişmeden aynı mükemmellikte bulunmaktadır.
* Peki sinir hücrelerindeki kapılarda bu olağanüstü seçim yeteneği nasıl ve neden oluşmuştur?
* Bu kapılar hücre için hangi iyonların faydalı olacağını nereden bilmektedirler?
* Dahası kapılardaki bu elektrik sinyalleriyle işleyen mekanizma nasıl ve kim tarafından oluşturulmuştur?
Hücreyi yaratan Akıl, sinir hücresi zarına bu mükemmel kontrol mekanizmasını yerleştirerek hücrenin yaşamını sürdürebilmesi için en uygun şartları da oluşturmuştur. Hücre zarındaki bu kusursuz tasarım elbette ki evrimcilerin iddia ettiği gibi kör tesadüflerin değil, sonsuz akıl sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah'ın eseridir.

BİLİM, YARATILIŞIN DELİLLERİNİ KEŞFETMEYE DEVAM EDERKEN, TESADÜF TEORİSİNİ BİR KEZ DAHA YERLE BİR ETTİ
İnsan Genomu Projesi, canlılığın ne kadar kusursuz bir tasarıma ve tesadüfen oluşamayacak kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu proje dahilinde insan DNA'sındaki muazzam bilgi okunmaya çalışılıyor.
İnsan vücudunda 100 trilyon hücre vardır ve her hücrenin çekirdeğinde insana ait bilgilerin saklandığı DNA molekülü bulunur. Yani DNA, canlıya ait bir bilgi bankasıdır. Bu banka ise hayret verici büyüklükte bir bilgi kapasitesine sahiptir. Bu kapasiteyi "500'er sayfalık 900 ciltlik ansiklopediyi dolduracak kadar muhteşem bir bilgi" olarak ifade edebiliriz. Daha da muhteşem olan ise bu bilginin olağanüstü bir paketleme sistemi ile milimetrenin yüzbinde biri kadar bir yere sığdırılmış olmasıdır. Üstelik bu olağanüstü bilgi yaşamış ve yaşamakta olan milyarlarca insanın trilyonlarca hücresinin her birinde mevcuttur.
Onlarca yıldır dünya çapında akıl, bilinç ve bilgi sahibi yüzlerce bilim adamı, en son teknoloji ile donatılmış laboratuvarlarda bu bilgiyi okuyabilmek için geceli gündüzlü çalıştılar. Ve buna rağmen daha ancak bu bilgiyi oluşturan harflerin bir kısmını yanyana dizmeyi başarabildiler.
Ama bu olağanüstü duruma rağmen, evrimciler hala DNA'da yer alan bu muazzam bilginin, taşın, toprağın, gazların tesadüfen biraraya gelerek, oluştuğunu iddia etmektedirler. Kuşkusuz evrimcilerin bu iddialarının, 900 ciltlik ansiklopedideki bilgilerin, yere atılan milyarlarca harfin tesadüfler sonucunda yanyana dizilmeleri ile oluştuğunu iddia etmekten bir farkı yoktur.
DNA'daki her bilginin Allah'ın sonsuz ilmi ve kudreti ile yaratıldığı ve şifrelenerek hücrenin çekirdeğine yerleştirildiği ise açıktır. Evrimciler, insan genleriyle ilgili yeni çalışmaların ortaya koyduğu mucizevi yapıyı görmezlikten gelmek için ne kadar uğraşsalar da, artık bu yenilginin geri dönüşü yoktur.

SUYU ZEHİRLİ BİR MADDEYE DÖNÜŞTÜREN ATOM
Hayatımızda büyük bir önemi olan su, iki hidrojen ve bir oksijen atomunun birleşmesinden meydana gelir. Ama bu iki atomu su molekülünü oluşturacak şekilde birleştirmek oldukça zordur. Suyu meydana getiren şartlar biraz bile değiştiğinde ortaya çok önemli sonuçlar çıkmaktadır.
Örneğin suyu oluşturan atomlar belirli sıcaklık ve enerji seviyelerinde bir başka oksijen atomuyla daha birleşirler. Bu birleşme sonucunda H2O formülü H2O2 haline gelir. Bu görünürde küçük bir değişikliktir, gerçekte ise suyun özelliklerini tamamen değiştirir ve ortaya hidrojen peroksit denen zehirli maddenin çıkmasına neden olur.
Görüldüğü gibi tek bir atom, canlılar için hayati önemi olan suyu, canlılar için son derece zararlı, ölümcül etkileri olan bir zehire dönüştürebilmektedir.
Tek bir atomun, bir molekülün niteliklerini tamamen değiştirebilecek, onu faydalı iken zararlı hale getirebilecek özelliklere sahip olması, atomlarda ve moleküllerdeki özel tasarımın bir göstergesidir. Tesadüfler zinciri ile böyle ince ve hassas bir denge oluşmaz. Allah herşeyi belli bir düzen içinde yaratan, en güzel şekliyle var edendir.

YERYÜZÜNDEKİ SUYUN NEDEN HİÇ TÜKENMEDİĞİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?
Su, bir oksijen atomunun iki hidrojen atomuyla birleşmesi sonucu ortaya çıkar. Hidrojen atomları oksijen atomunun iki yanına 105 derecelik bir açı oluşturacak şekilde bağlanırlar. Hidrojen bağı adı verilen bu bağı oluşturmak için gereken enerji öyle fazladır ki, yarım litrelik suyu oluşturmak için serbest kalan enerji bir ampulü tam bir gün boyunca sürekli yakabilir.
Bu noktada hemen şu sorunun sorulması gerekir: Hidrojen atomları oksijen atomunun iki yanına yerleşmeyi, üstelik bu yerleşmeyi belli bir açı doğrultusunda yapmayı nereden bilmektedirler? Bu formülü nasıl ve nereden öğrenmişlerdir? Herhangi bir kimya bilgisine sahip olamayacak atomlar nasıl açı hesaplayabilmektedirler? Elbette ki, tüm evrenin sahibi olan ve herşeyi kusursuzca var eden Allah atomları da yaratan, bütün özelliklerini onlara verendir.
Bir başka soru ise, yeryüzündeki suyun nasıl olup da hiç tükenmediğidir. Yeryüzündeki suyun tamamı dünyanın ilk evrelerindeki müthiş ısı sayesinde meydana gelmiştir. Yani eğer dünyanın başlangıcında gereken yoğunlukta ısı oluşmuş olmasaydı, bugünkü su olmayacaktı. İşte bu mükemmel denge, üstün güç ve akıl sahibi Allah'ın canlılığın devamı için gerekli olan tüm ihtiyaçları bilip, herşeyi buna göre yarattığının delillerinden biridir.

SU BİTKİSİ VALLİSNERYA UZAY TEKNOLOJİSİ İLE BOY ÖLÇÜŞÜYOR
Bir su bitkisi olan vallisneryanın çiçekleri, bitkinin su içinde kalan bölümlerinde oluşur.
Suyun içindeyken, bitkinin taç yaprakları portakal kabuğu gibi çiçeğin etrafını sarar. Bu sayede suyun içeri girerek polenleri bozması önlenmiş olur. Çiçekler yüzeye çıktığında kapalı olan taç yaprakları açılarak su yüzeyine yayılır. Polenleri taşıyan erkek organlar taç yaprakların üzerinde yükselerek adeta bir yelken işlevi görürler.
Dişi bitkinin çiçekleri ise, farklı bir yerde uzun bir sapın ucunda ve su yüzeyinde yer alırlar. Dişi çiçeğin yaprakları, su yüzeyinde ve suda hafif bir çöküntü yaratacak biçimde açılmıştır. Bu çöküntü erkek çiçeğin kendisine yaklaşmasını sağlayan bir çekim oluşturur. Erkek çiçek dişi çiçeğin yanından geçerken bu çekime kapılır. Böylece çiçekler birleşir, polenler dişi çiçeğin üreme organına ulaşır ve döllenme gerçekleşir.
Yeryüzünde yaratılan ilk vallisneryadan beri, çiçekteki bu üreme sistemi eksiksiz ve mükemmel bir şekilde çalışmaktadır. Evrimcilerin iddia ettiği gibi üreme sisteminin kademeli olarak gelişmesi imkansızdır. Çünkü bu sistemin eksik çalışması durumunda erkek çiçek dişi çiçeği dölleyemeyecek, bu bitki yeryüzünden yok olup gidecekti. Vallisnerya bitkisindeki bu kusursuz tasarım Allah'ın sonsuz aklının ve örneksiz yaratma gücünün bir göstergesidir. Bütün bu harikalar, düşünen ve akleden bir insan için büyük bir delildir. Allah, bu örneklerle biz insanlara yaratıştaki sanatını tanıtmakta ve sonsuz kudretini göstermektedir.
Uzay mekiğinin, uzay istasyonu ile kenetlenmesi, vallisneryanın erkek çiçeklerinin dişileriyle buluşması ile kıyaslanabilir. Hatta vallisneryanın sisteminin daha üstün olduğunu söylemek mümkündür. Uzay mekiğinin kenetleneceği noktaya kadar kontrol edilmesi gerektiği halde, erkek vallisneryanın sadece dişisinin yanına yakınlaşması birleşme için yetmektedir.

DENİZ SALYANGOZUNUN OLAĞANÜSTÜ ZEHİR ÜRETME TEKNİĞİ
Nudibranch, olağanüstü renklerle süslenmiş, kabuğu olmayan, son derece yumuşak bir salyangoz türüdür. Bu deniz salyangozu kuvvetli bir zehir taşıyan "ısırgan hücreleri" sayesinde düşmanlarından kolaylıkla korunur.
Salyangoz bu ısırgan hücreleri, kendi vücudunda üretmez. Ancak, hyroid isimli zehirli bir canlıyı tehlike anında devreye sokmak üzere vücudunda saklar. Hyroidlerle beslenen deniz salyangozu, onları sindirim sisteminde öğütmek yerine koruyucu bir tabakayla kaplar ve depolar. Koruyucu tabakayla kaplandığında zehiri salyangoz için etkisiz hale gelen hyroidler, bundan böyle ısırgan hücreleri olarak düşmanlara karşı koruma sağlayacaklardır.
Kuşkusuz bir deniz salyangozunun, hyroidlerin zehirli olduğunu bilmesi İMKANSIZDIR. Deniz salyangozunun bu zehiri etkisiz hale getirmek için hyroidi bir tabakayla kaplamayı akletmesi İMKANSIZDIR. Koruyucu tabakayla kaplanan hyroidi bir savunma silahı olarak kullanabileceğini düşünmesi İMKANSIZDIR. Deniz salyangozunun tüm bunları deneyerek öğrenmesi de İMKANSIZDIR.
İşte bu noktada tüm evrende apaçık olarak görülen gerçek bir kez daha karşımıza çıkar. Deniz salyangozlarına yapması gerekenleri ilham eden, vücutlarında hyroidlerin zehirini etkisiz hale getirecek bir sistem yaratan, sonsuz akıl ve ilim sahibi olan Allah'tır.
O, Hayy (diri) olandır. O'ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mü'min Suresi, 65)

PAPAĞAN BALIKLARINI ÖLÜMDEN KORUYAN UYKU TULUMU
Papağan balıkları, geceleri solungaç boşluklarının üst kenarlarındaki salgı bezinden jelatin benzeri bir madde salgılar. Bu madde bir süre sonra balığın tüm vücudunu saran şeffaf bir uyku tulumu halini alır. Uyku tulumu, papağan balığını koku yoluyla bularak avlayan müren balıklarına karşı eşsiz bir kalkan vazifesi görür ve hayvanı yem olmaktan korur. Koku izolasyonu sebebiyle müren, papağan balığının yanından geçerken avına çarpsa bile, onu fark edemez.
Papağan balıkları geceleri kullandıkları bu koruyucu kılıfı nasıl elde etmişlerdir? Düşmanları olan müren balıklarının kuvvetli koku alma duyusunu aşabilecek, geceyi rahatlıkla geçirmelerini sağlayacak böylesine önemli bir maddeyi nasıl keşfetmişlerdir?
Kuşkusuz kimyasal bir maddeyi kendi vücudunda üretip kendisini bu maddeyle kaplamayı bir balığın akletmesi, planlaması ve uygulaması mümkün değildir.
Böyle usta bir kamuflaj yönteminin bilinçli bir tasarım ürünü olduğu çok açıktır; papağan balığını korunma sistemi ile yaratan göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşeyin yaratıcısı olan Allah'tır.

DOĞADAKİ HER CANLI ALLAH'IN KUSURSUZ YARATIŞININ DELİLİDİR
Golyan balığı sürüsü saldırıya uğradığında balıklar saldırganın etrafında çılgınca hareket etmeye başlar ve bazıları saldırgana "karşı saldırı" düzenler. Tüm golyan sürüsünün tek bir birey gibi hareket etmesine sebep olan faktör, yaralı balığın kanında var olan ve yaralanma sonucu ortaya çıkan bir salgıdır.
Hiç şüphesiz bu hayvan bir akla ve şuura sahip değildir. O halde;
�Kendi cinslerine saldırıyı haber veren kimyasal maddeyi nasıl oluşturmuştur?
�Bu kimyasal maddeyi üretecek mekanizmayı nasıl tasarlamış ve kendi vücuduna nasıl yerleştirebilmiştir?
�Saldırı anında, başka bir golyan balığının salgıladığı kimyasal maddeyi, kendi bünyesinde nasıl tehlike sinyali olarak algılayabilmektedir? Bu algı mekanizmasını kendi vücudunda nasıl oluşturmuştur?
Kuşkusuz bu sorulara, evrimciler gibi "tesadüf eseri" cevabını vermek akla ve mantığa aykırıdır. Dünya üzerinde yaratılan ilk golyan balığından beri, milyonlarca yıldır bütün golyan balıkları bu kusursuz sisteme sahip olarak var olmuşlardır.
Canlılardaki kompleks sistemler, alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratılmıştır. Allah bu gibi mucizevi örneklerle insanlara kendi ilmini ve kudretini göstermektedir.

70 GRAM YAKITLA KESİNTİSİZ 4000 KM. UÇUŞ

Altın yağmur kuşu 70 gr. yağ yakarak 4000 km. uçabilirken, bir Boeing 737-100 uçağının aynı mesafeyi uçabilmesi için 16 tondan fazla yakıta ihtiyacı vardır.

Ancak bu uçağın yakıt kapasitesi 14.2 ton olduğu için yakıt ikmali yapmadan böyle bir uçuşu gerçekleştiremez.

200 gr. ağırlığındaki altın yağmur kuşu, her yıl Alaska'dan Hawaii'ye kadar 4000 km'lik bir yolu, 88 saat (3,5 gün) boyunca hiç durmadan kanat çırparak kateder. Bilim adamları kuşun böyle bir yolculuk için yakıt olarak kullanacağı 82 gr. yağının olması gerektiğini hesaplamışlardır. Oysa, altın yağmur kuşunun sadece 70 gram yağı vardır. Buna rağmen hiçbir altın yağmur kuşu yakıtı bittiği için denize düşmez. Peki bu canlılardaki bu kusursuz işleyişin sırrı nedir?
Altın yağmur kuşları V şeklinde dizilerek sürü halinde uçarlar. Bu, hava direncini azaltarak kuşlara % 23'lük bir enerji tasarrufu sağlar. Bu durumda, yere indiklerinde fazladan 6-7 gram daha yağları kalmış olur. Bu artan yağ, rüzgarların ters yönden esmesi durumunda kullanılacak yedek yakıttır.

Altın yağmur kuşu, uçuş mesafesini ve yakıt olarak kullanacağı yağ miktarını nasıl hesaplayabilmektedir?
Bu hesaplardaki kusursuzluk ve şaşmazlık, yön bulmadaki beceri, toplu uçuş yapabilme kabiliyeti, hiç şüphesiz kuşların kendi iradeleriyle gerçekleştirdikleri başarılar olamaz. Bunların hepsi, her canlıyı ihtiyacı olduğu sistemlerle donatan Allah'ın ilhamıyla gerçekleşir. Nitekim Kuran'da "dizi dizi uçan kuşlar"a dikkat çekilmekte ve bu canlıların Allah'ın kudretiyle uçabildikleri haber verilmektedir:
"Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir." (Mülk Suresi, 19)

ALLAH HER CANLIYA İLHAMLA YOL GÖSTERİR
Tunus'un Akdeniz kıyısındaki Mahore's yakınlarında yaşayan siyah çöl karıncası kusursuz bir yön bulma yeteneğine sahiptir.
Karınca, sabah güneşinin yükselmesiyle 70 dereceye kadar yükselen çöl kumunun sıcağında, yuvasından besin aramak için çıkar. Çöl karıncası yuvasından başlayarak 200 metre uzağa kadar varabilen bir alanda sık sık durarak ve olduğu yerde dönerek dolambaçlı bir yol izler. Ama bu zikzakların bütün karmaşıklığına rağmen, yiyeceğini bulduğunda, hemen yuvasına doğru düz bir çizgi izleyerek geri döner. Karıncanın bu yolculuğu, boyu ile kıyaslandığında, bir insanın çölde 35-40 km dolaştıktan sonra başladığı noktaya doğrudan dönmesine denktir.
Ne bir pusulası ne de haritası olmayan karıncanın gözlerine yerleştirilmiş olan yön tayin sistemi son derece üstündür ve insanların sahip olmadığı bir özellikte yaratılmıştır: Çöl karıncası ışığı polarize edebilir. Yani insanın göremediği bazı ışınları da görebilen karınca, bunlardan istifade ederek yön tayini yapabilir. Böylece her an yuvasının ne tarafta olduğunu tahmin edebilen bu hayvan, geri dönerken hiçbir zorluk çekmez.
Bir karıncanın teknolojik çalışmalar neticesinde keşfedilmiş olan "ışığın polarizasyon özelliği"ni bilmesi ve bundan bir pusula gibi faydalanması mümkün müdür? Şüphesiz bu yetenek ve bilgi, üstün ilim sahibi, tüm canlıların yaratıcısı olan Allah'ın eseridir ve çöl karıncası Allah'ın ilhamıyla her seferinde doğru yönü tespit edebilmektedir.

KARINCALARDAKİ MUCİZEVİ ASİT FABRİKASI
Karıncaların vücutlarında formik asit (H2CO2) isimli kimyasal maddeyi üreten bezler vardır. Antibiyotik etkisine sahip bu maddeyi düzenli olarak vücutlarına süren karıncalar, hem yuvalarında hem de kendi üzerlerinde bakteri ve mantar oluşumunu engellerler.
Kuşlar ise karıncalar gibi kimyasal maddeler salgılayamazlar. Ancak sık sık karınca tepelerine giderek buralara sürünen kuşlar, karıncaların tüylerinin arasında dolaşmalarına izin verirler. Bu sayede bütün vücutları formik aside bulanan kuşlar tüm parazitlerinden kurtulmuş olurlar.
Karıncanın formik asidin formülünü bilmesi ve onu üretecek bir bezi geliştirmesi imkansızdır. Kuşların karıncalarla bu şekilde profesyonel bir işbirliği içinde parazitlerini temizlemeyi akletmeleri, bunun için karınca yuvalarına gitmeye karar vermeleri de imkansızdır.
Gerek kuşlara gerek karıncalara formik asitten faydalanmayı ilham eden, alemlerin Rabbi olan Allah'tır. O tüm canlıların ihtiyacını bilen ve eksiksiz karşılayandır.

KELEBEKLERDEN, ISINAN BİLGİSAYAR ÇİPLERİNE ÇÖZÜM
Kelebek kanatlarındaki mükemmel tasarım bir mucizeyi de beraberinde taşıyor. ABD'de Tufts Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma kelebeğin kanatlarında özel bir soğutma sistemi olduğunu ortaya çıkardı. Kelebekler soğukkanlı canlılar oldukları için vücut ısıları devamlı olarak düzenlenmek zorundadır. Bu, çok büyük bir problemdir. Çünkü böcek uçarken kanatlarda yüksek derecede ısı oluşur. Çözüm ise, kanın kanatlardaki çok ince film yapıların içinden geçirilmesi ile sağlanır. Kelebeğin vücudunda oluşan fazla ısı, kanatlardaki ince damarlarda kanın dolaşmasıyla birlikte dışarı atılır.
Kelebeklerdeki bu özel soğutma sistemi bilgisayar çiplerindeki sistem ile karşılaştırılmış ve çok üstün bir performansa sahip olduğu görülmüştür.
Bilgisayar çipi teknolojisi geliştikçe ortaya çıkan ısı problemi de büyümektedir. Daha hızlı çipler, daha fazla ısı anlamına gelmektedir. Bu ısının giderilmesi problemi çip üreticilerinin gündemini oluşturmaktadır. Bu konuda yürütülen çalışmalar sonucunda kelebek kanatlarındaki teknolojinin 2 yıl içinde üretime girmesi planlanmaktadır.
Bilim adamları doğadaki canlıları örnek alarak tasarımlar yapmaktadırlar. Kısacası canlılardaki benzersiz sistemler, teknolojinin gelişmesinde ve yeni çözümler bulmasında yol gösterici olmaktadır.

SİNEK KULAĞINDAKİ TASARIM İŞİTME ALETİNDE DEVRİM YAPACAK
"Ormia Ochracea" isimli sinek, yumurtalarını cırcır böceğinin üzerine bırakır ve yumurtalardan çıkan larvalar cırcır böceği ile beslenirler. Ormanın içinde bir cırcır böceğinin yerini bulmak ise, oldukça zordur. Ama Ormia sineği, bu iş için özel tasarlanmış hassas kulakları sayesinde, böceğin yerini kolay bir şekilde bulabilir.
İnsan beyninde de sesin yerini tespit için aynı yöntem kullanılır. Bunun için, sesin önce yakındaki kulağa, daha sonra uzakta kalan kulağa ulaşması yeterlidir. Sesin iki ayrı kulağa kaç milisaniye farkla ulaştığını hesaplayan beyin, böylece sesin geldiği yönü saptar. İnsanda bu hesaplama 10 milisaniyede sonuçlanmaktadır. Oysa Ormia sineği, aynı hesabı toplu-iğne başı büyüklüğündeki beyniyle üstelik insandan 5000 kat daha hızlı bir şekilde gerçekleştirebilmektedir.
Doğadaki tasarımlar insan için her zaman tükenmez bir ilham kaynağı olmuştur. Modern teknolojik ürünlerin büyük bölümü doğadaki tasarımların taklididir. Milyonlarca yıldır kusursuz bir şekilde işleyen sistemleri taklit etmek şüphesiz tasarımcıların işini oldukça kolaylaştırır. Sineğin kulağındaki bu mükemmel tasarım da, günümüzde "ORMİAFON" adı altında, işitme aleti ve dinleme cihazlarının yapımında taklit edilmeye çalışılmaktadır.
Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. (Rum Suresi, 26)

İzleyiciler